Osmanlıda kurultaya ne denirdi ?

citlembik

Global Mod
Global Mod
Osmanlı’da Kurultaya Ne Denirdi? Bir Hikâyenin İçinden Tarihe Bakış

Selam dostlar,

Tarih sohbetlerinde hepimizin aklına gelen bazı sorular vardır ya… İşte geçen akşam arkadaş grubuyla konuşurken “Osmanlı’da kurultay denilen şeye ne ad veriliyordu?” diye sordum. Cevap belli aslında: Divan-ı Hümâyun. Ama mesele sadece ad değil. Bu meclis, imparatorluğun kalbi gibiydi; adaletin, savaşın, barışın, hatta aşkın bile kaderi orada belirlenirdi. O an gözümde bir hikâye canlandı: Divan-ı Hümâyun’un gölgesinde geçen bir gün, stratejilerin, duyguların ve sessiz güç savaşlarının iç içe geçtiği bir gün…

O hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum.

I. Bölüm: Divan Günü – Topkapı Sarayı’nda Sabah

Sabahın erken saatlerinde Topkapı Sarayı’nın kubbeleri altın ışıkla parlıyordu. Kuşların sesine karışan mehter melodileri, bugünün önemli bir gün olacağının işaretiydi. Çünkü padişahın huzurunda toplanacak olan Divan-ı Hümâyun, hem devletin hem halkın kaderini şekillendirecekti.

Divan odasında masalar sırayla dizilmiş, vezirler, nişancılar, defterdarlar yerlerini almıştı. En başta oturan Sadrazam Mustafa Paşa, yüzünde sakin ama keskin bir ifadeyle belgeleri inceliyordu. Onun için her toplantı, bir satranç oyunuydu. Erkeklerin dünyasında akıl, strateji ve sonuç tek ölçüttü. “Devlet, duyguyla değil dengeyle yürür,” derdi hep.

Ama o gün Divan’da farklı bir ses de yükselecekti. Sarayın dış avlusunda, halkın meseleleriyle ilgilenen Hatice Hatun adında bir kadın bekliyordu. O, bir tüccarın kızıydı ve kadınların ticarette söz sahibi olması gerektiğini savunuyordu. Bugün, sesini Divan’a duyurmak için gelmişti.

II. Bölüm: Divan-ı Hümâyun’un Toplantısı

Divan salonunda sessizlik hâkimdi. Gümüş mürekkep hokkaları, deri kaplı defterler ve mühürlerin ağırlığı, ortamın ciddiyetini yansıtıyordu. Sadrazam, “Devletin bekası için alınacak her karar, milletin selametidir,” diyerek toplantıyı açtı.

İlk konu, Balkanlar’daki isyan haberiydi. Erkekler masada stratejiyi konuşuyordu: harita üzerinde çizgiler, kalelerin yerleri, askerî lojistik… Herkes çözüm arayışında, herkes hesaplı. Paşa, “Bir hamlede bu isyanı bastırırız,” dediğinde yüzlerde kararlı bir ifade belirdi.

Ama Hatice Hatun salona girdiğinde hava değişti. Kadınların Divan’a girmesi sık görülmezdi ama onun cesareti dillere destandı.

“Paşam,” dedi, “savaş her zaman çözüm değildir. Halkın gönlünü kazanmak, bazen bin askerden güçlüdür.”

Salondaki erkeklerin bakışları bir anlığına karıştı. Kimi şaşırdı, kimi rahatsız oldu, ama Sadrazam dikkatle dinledi. Çünkü o da biliyordu ki, bir devleti sadece kılıç değil, kalp de ayakta tutar.

III. Bölüm: Akıl ile Kalbin Çatışması

Toplantı ilerledikçe iki farklı bakış açısı belirginleşti.

Mustafa Paşa, devlet işlerinde duygusallığa yer olmadığını savunuyordu. “Bir imparatorluk, vicdanla değil hesapla büyür,” diyordu.

Hatice Hatun ise halkın ruhunu görmezden gelen hiçbir kararın uzun ömürlü olamayacağını söylüyordu. “Bir çocuğun gözyaşını silmeyen devlet, adaletini yitirir,” diye ekledi.

İşte o anda Divan-ı Hümâyun’un asıl anlamı ortaya çıktı. Bu, sadece emirlerin verildiği bir yer değil, farklı akılların çarpıştığı bir fikir meydanıydı.

Kadınların duygusal zekâsı ile erkeklerin stratejik aklı bir araya geldiğinde, Osmanlı’nın neden yüzyıllar boyunca ayakta kaldığını anlamak kolaylaşıyor. Bir taraf plan yapıyor, diğer taraf o planın insana dokunan yönünü arıyordu.

IV. Bölüm: Bir Kararın Doğuşu

Tartışmaların sonunda Mustafa Paşa sessizce ayağa kalktı. Haritaya baktı, sonra Hatice Hatun’a döndü.

“Belki de siz haklısınız,” dedi, “zafer sadece toprak kazanmak değildir. Halkın kalbini kazanmak da bir zaferdir.”

O gün alınan karar, savaş yerine barış heyeti göndermek oldu. Balkan köylerine erzak, elçiler ve hekimler yollandı. Birkaç ay sonra isyan durdu, halk kendi isteğiyle Osmanlı yönetimine bağlılığını bildirdi.

Divan defterine not düşüldü:

“Bu işte hayır vardır. Kalemle yapılan fetih, kılıçtan üstündür.”

Bu satır, Divan’ın sadece devlet aklını değil, insani duyarlılığı da temsil ettiğini gösteren en güzel örneklerden biri oldu.

V. Bölüm: Hikâyenin Ardındaki Gerçek

Tarihsel olarak baktığımızda Osmanlı’da “kurultay” kelimesi kullanılmazdı. Türklerin Orta Asya’daki geleneği olan “kurultay” yerini Osmanlı’da Divan-ı Hümâyuna bırakmıştı. Bu kurumda padişah ya da sadrazam başkanlık eder; devlet meseleleri, adalet, maliye, diplomasi gibi konular görüşülürdü.

Gerçek belgelerde de kadınların Divan kararlarını dolaylı yoldan etkilediğine dair izler vardır. Hürrem Sultan’ın mektupları, Mihrimah Sultan’ın vakıf işleri veya Hatice Sultan’ın siyasi etkisi, Osmanlı’nın sadece erkeklerin aklıyla değil, kadınların sezgisiyle de yönetildiğini gösterir.

Bir anlamda, Divan-ı Hümâyun bir kurultaydan çok daha geniş bir kavramdı: hem stratejinin hem insan ruhunun tartıldığı bir denge meclisi.

VI. Bölüm: Günümüzden Bir Yansıma

Bugün şirket toplantılarında, hükümet kabinelerinde veya aile içi karar süreçlerinde bile benzer sahneler yaşanıyor. Erkekler hâlâ çözüm ve sonuç odaklı düşünürken, kadınlar ilişkilerin, duyguların ve toplumsal etkilerin önemini hatırlatıyor.

Modern araştırmalar da bunu destekliyor: 2023 Harvard Business Review verilerine göre, karma yönetim kurullarında alınan kararlar tek cinsiyetli kurullara göre %26 daha sürdürülebilir ve toplumsal uyuma daha fazla katkı sağlıyor. Bu da tarih boyunca olduğu gibi, akıl ve empati birleştiğinde ortaya çıkan gücü gösteriyor.

O yüzden bugün “Osmanlı’da kurultaya ne denirdi?” diye sorduğumuzda, cevap sadece bir kelime değil: Divan-ı Hümâyun, yani “aklın ve kalbin birlikte karar verdiği yer.”

Son Söz: Divan’ın Yankısı

Hikâyenin sonunda Hatice Hatun saraydan çıkarken Sadrazam ona şöyle dedi:

“Bazı savaşlar kılıçla değil, kalple kazanılır.”

O günün yankısı, belki de yüzyıllar sonra hâlâ kulaklarımızda:

Devleti, toplumu, hatta bir aileyi bile yaşatan şey, sadece güç değil; anlayış, empati ve ortak akıl.

Peki sizce bugün biz, kendi “Divan-ı Hümâyun”larımızda —yani karar masalarımızda— hâlâ bu dengeyi koruyabiliyor muyuz?

Belki de asıl soru bu:

Kurultay değişti, ama kalpler aynı mı kaldı?