Baris
Yeni Üye
Yel Gibi Gelen, Sel Gibi Gider: Gerçekten Mi?
Arkadaşlar, bu sözü her yerde duymayan kaldı mı? “Yel gibi gelen, sel gibi gider.” Hani böyle biri hayatımıza birden girer, bizi sarar, sarmalar, fırtına gibi eser geçer; sonra da ortalık toz duman olur ya — işte o an hemen biri çıkar, bu sözü patlatır: “Boş ver, yel gibi gelen sel gibi gider.” Peki hiç düşündük mü, bu sözün arkasında gerçekten bir bilgelik mi var, yoksa duygusal bir savunma mekanizması mı gizli?
Bu Sözün Bilge Görünen Ama Yorgun Gerçeği
Bu ifade, Türk kültüründe sıkça “fazla hızlı gelen şeylerin kalıcı olmayacağı” anlamında kullanılır. İlk bakışta haklı gibi görünür: hızlı başlayan ilişkiler, aniden gelen fırsatlar, fazla heyecanlı dostluklar çoğu zaman kısa sürer. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta şu — “hızlı gelen” her şey kötü müdür gerçekten?
Toplum olarak “denge” takıntımız yüzünden çoğu zaman tutkulu, hızlı ve yoğun yaşantıları küçümsüyoruz. Oysa insan doğasında bazen fırtına gerekir. “Yel gibi gelen” bir insan, aslında uzun süredir içinde biriken enerjisini dışa vuruyordur belki de. Bu sözü bir duvar gibi karşımıza diktiğimizde, sadece olası bir acıdan korunuyoruz — ama aynı zamanda güçlü bir yaşantıyı da elimizin tersiyle itiyoruz.
Erkeklerin Stratejik Tavrı: Mantık mı, Kaçış mı?
Erkekler bu sözü duygusal durumlarda genellikle bir “çıkış stratejisi” olarak kullanıyor. Bir ilişkide işler sarpa sardığında, ya da bir kadın çok hızlı bağlandığında hemen bu atasözünü çıkarıyorlar: “Yel gibi geldi, sel gibi gider.” Bu, çoğu zaman bir analizden çok bir savunmadır. “Ben zaten biliyordum böyle olacağını” diyerek kendini duygusal sorumluluktan kurtarma çabasıdır.
Erkek zihni, genellikle neden-sonuç ilişkisini kurgulamak ister. Bu tür sözler, o kurgunun mantıklı bir sonucuymuş gibi görünür. Ama aslında çoğu zaman bu sadece bir kaçış planıdır. Çünkü duyguların kontrolsüzlüğü, stratejik zihni rahatsız eder. Erkek, selin yıkıcılığından korkar; o yüzden “yel”i bile hafife alır.
Kadınların Empatik Yorumu: Uyarı mı, Özsavunma mı?
Kadınlar bu sözü genellikle bir “kendini koruma mantrası” gibi kullanır. “Yel gibi gelen sel gibi gider” derken, aslında “çok bağlanma, yine yanarsın” demek ister. Kadın sezgisi, hızlı gelişen ilişkilerde kırılganlığın arttığını bilir; ama bu bilgelik bazen korkuya dönüşür. Her duygusal hızlanmayı “tehlike sinyali” olarak görmek, kadınları temkinli ama aynı zamanda yorgun yapar.
Bir kadın bu sözü söylerken aslında kendi geçmişine konuşur. “Yine o hatayı yapma,” der kendine. Ancak dikkat edin — bazen bu söz, içimizdeki tutkuyu bastırmak için değil, o tutkuyu hatırlamamak için söylenir.
Peki Gerçekten ‘Yel Gibi Gelen’ Gitmek Zorunda mı?
Şimdi biraz cesur olalım: belki de bu söz yanlıştır. Belki de “yel gibi gelen”, doğru yönlendirilirse “rüzgâr gibi esen” bir güce dönüşebilir. Her hızlı başlangıcın kötü bitmesi gerekmez. Önemli olan hız değil, yön. Bir sel bile, doğru kanaldayken barajı doldurur, taşkın yapmaz. Belki biz o yönü kaybediyoruz.
Korkudan, aceleden, yanlış anlaşılmaktan kaçarken, doğal akışı “fazla hızlı” diye cezalandırıyoruz. Oysa bazen “hızlı gelen”, içgüdülerimizin dürüstlüğüdür. Bizi neyin çektiğini, neden etkilediğimizi sorgulamaktan korkuyoruz.
Toplumsal Kalıp: Tutku Kötüdür, Sabır İyidir
Kültürel olarak “sabır”, “yavaşlık”, “denge” gibi kavramları yüceltirken, tutkuyu neredeyse günah sayıyoruz. Oysa bu atasözü tam da o önyargıyı meşrulaştırıyor. Tutkulu bir insanı, sadece “hızlı geldiği” için yargılıyoruz. “Sel gibi gider” diyoruz, çünkü onun değişim gücünü kabullenemiyoruz.
Bir düşünün: Biz mi bu sözü söylüyoruz, yoksa bu söz mü bizi yönetiyor? Kaç kişi “yavaş olalım” diyerek aslında hiçbir şey yaşamadı? Kaç kişi “fazla hızlı hissettim” diye gerçek sevgiyi kaçırdı?
Gerçek Hayattan Bir Çelişki
Bazı ilişkiler vardır, yavaş yavaş başlar ama hiçbir yere varmaz. Bazıları vardır, bir hafta içinde iki insanı yılların tanışıklığına eşdeğer bir bağa sokar. Bu durumda “yel gibi gelen” kime göre, neye göre gider? Belki de bu söz, artık geçerliliğini yitirmiş bir genellemedir. Modern ilişkilerde hız, artık bir kusur değil; zamanın doğası.
Provokatif Sorular: Tartışmayı Alevlendirelim
- Gerçekten “yavaş gelen” her şey mi daha sağlamdır, yoksa sadece daha az hissedilen mi?
- “Yel gibi gelen” birine tahammül edememek, aslında kendi duygusal korkularımızın yansıması olabilir mi?
- Bu sözü söyleyen biri, bilge midir yoksa duygusal olarak yorgun mu?
- Tutkulu bir insanla karşılaşınca hemen bu sözü hatırlıyorsak, belki de biz çoktan “sel” korkusuna teslim olmuşuzdur?
Sonuç Yerine: Belki de Bizim Giden Yelimizdir
Belki “yel gibi gelen sel gibi gider” diyen bizizdir. Belki biz, bir şeyleri fazla hızlı yargılayarak o insanları göndermekte ustayız. Belki gelen değil, kaçan biziz.
Bu söz, bilge bir öğüt gibi görünür ama çoğu zaman korkunun sesidir. Ve korku, ne yazık ki rüzgârı da seli de susturur.
Şimdi siz söyleyin: Gerçekten mi “yel gibi gelen” gider, yoksa “gitmesine izin veren” biz miyiz?
Arkadaşlar, bu sözü her yerde duymayan kaldı mı? “Yel gibi gelen, sel gibi gider.” Hani böyle biri hayatımıza birden girer, bizi sarar, sarmalar, fırtına gibi eser geçer; sonra da ortalık toz duman olur ya — işte o an hemen biri çıkar, bu sözü patlatır: “Boş ver, yel gibi gelen sel gibi gider.” Peki hiç düşündük mü, bu sözün arkasında gerçekten bir bilgelik mi var, yoksa duygusal bir savunma mekanizması mı gizli?
Bu Sözün Bilge Görünen Ama Yorgun Gerçeği
Bu ifade, Türk kültüründe sıkça “fazla hızlı gelen şeylerin kalıcı olmayacağı” anlamında kullanılır. İlk bakışta haklı gibi görünür: hızlı başlayan ilişkiler, aniden gelen fırsatlar, fazla heyecanlı dostluklar çoğu zaman kısa sürer. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta şu — “hızlı gelen” her şey kötü müdür gerçekten?
Toplum olarak “denge” takıntımız yüzünden çoğu zaman tutkulu, hızlı ve yoğun yaşantıları küçümsüyoruz. Oysa insan doğasında bazen fırtına gerekir. “Yel gibi gelen” bir insan, aslında uzun süredir içinde biriken enerjisini dışa vuruyordur belki de. Bu sözü bir duvar gibi karşımıza diktiğimizde, sadece olası bir acıdan korunuyoruz — ama aynı zamanda güçlü bir yaşantıyı da elimizin tersiyle itiyoruz.
Erkeklerin Stratejik Tavrı: Mantık mı, Kaçış mı?
Erkekler bu sözü duygusal durumlarda genellikle bir “çıkış stratejisi” olarak kullanıyor. Bir ilişkide işler sarpa sardığında, ya da bir kadın çok hızlı bağlandığında hemen bu atasözünü çıkarıyorlar: “Yel gibi geldi, sel gibi gider.” Bu, çoğu zaman bir analizden çok bir savunmadır. “Ben zaten biliyordum böyle olacağını” diyerek kendini duygusal sorumluluktan kurtarma çabasıdır.
Erkek zihni, genellikle neden-sonuç ilişkisini kurgulamak ister. Bu tür sözler, o kurgunun mantıklı bir sonucuymuş gibi görünür. Ama aslında çoğu zaman bu sadece bir kaçış planıdır. Çünkü duyguların kontrolsüzlüğü, stratejik zihni rahatsız eder. Erkek, selin yıkıcılığından korkar; o yüzden “yel”i bile hafife alır.
Kadınların Empatik Yorumu: Uyarı mı, Özsavunma mı?
Kadınlar bu sözü genellikle bir “kendini koruma mantrası” gibi kullanır. “Yel gibi gelen sel gibi gider” derken, aslında “çok bağlanma, yine yanarsın” demek ister. Kadın sezgisi, hızlı gelişen ilişkilerde kırılganlığın arttığını bilir; ama bu bilgelik bazen korkuya dönüşür. Her duygusal hızlanmayı “tehlike sinyali” olarak görmek, kadınları temkinli ama aynı zamanda yorgun yapar.
Bir kadın bu sözü söylerken aslında kendi geçmişine konuşur. “Yine o hatayı yapma,” der kendine. Ancak dikkat edin — bazen bu söz, içimizdeki tutkuyu bastırmak için değil, o tutkuyu hatırlamamak için söylenir.
Peki Gerçekten ‘Yel Gibi Gelen’ Gitmek Zorunda mı?
Şimdi biraz cesur olalım: belki de bu söz yanlıştır. Belki de “yel gibi gelen”, doğru yönlendirilirse “rüzgâr gibi esen” bir güce dönüşebilir. Her hızlı başlangıcın kötü bitmesi gerekmez. Önemli olan hız değil, yön. Bir sel bile, doğru kanaldayken barajı doldurur, taşkın yapmaz. Belki biz o yönü kaybediyoruz.
Korkudan, aceleden, yanlış anlaşılmaktan kaçarken, doğal akışı “fazla hızlı” diye cezalandırıyoruz. Oysa bazen “hızlı gelen”, içgüdülerimizin dürüstlüğüdür. Bizi neyin çektiğini, neden etkilediğimizi sorgulamaktan korkuyoruz.
Toplumsal Kalıp: Tutku Kötüdür, Sabır İyidir
Kültürel olarak “sabır”, “yavaşlık”, “denge” gibi kavramları yüceltirken, tutkuyu neredeyse günah sayıyoruz. Oysa bu atasözü tam da o önyargıyı meşrulaştırıyor. Tutkulu bir insanı, sadece “hızlı geldiği” için yargılıyoruz. “Sel gibi gider” diyoruz, çünkü onun değişim gücünü kabullenemiyoruz.
Bir düşünün: Biz mi bu sözü söylüyoruz, yoksa bu söz mü bizi yönetiyor? Kaç kişi “yavaş olalım” diyerek aslında hiçbir şey yaşamadı? Kaç kişi “fazla hızlı hissettim” diye gerçek sevgiyi kaçırdı?
Gerçek Hayattan Bir Çelişki
Bazı ilişkiler vardır, yavaş yavaş başlar ama hiçbir yere varmaz. Bazıları vardır, bir hafta içinde iki insanı yılların tanışıklığına eşdeğer bir bağa sokar. Bu durumda “yel gibi gelen” kime göre, neye göre gider? Belki de bu söz, artık geçerliliğini yitirmiş bir genellemedir. Modern ilişkilerde hız, artık bir kusur değil; zamanın doğası.
Provokatif Sorular: Tartışmayı Alevlendirelim
- Gerçekten “yavaş gelen” her şey mi daha sağlamdır, yoksa sadece daha az hissedilen mi?
- “Yel gibi gelen” birine tahammül edememek, aslında kendi duygusal korkularımızın yansıması olabilir mi?
- Bu sözü söyleyen biri, bilge midir yoksa duygusal olarak yorgun mu?
- Tutkulu bir insanla karşılaşınca hemen bu sözü hatırlıyorsak, belki de biz çoktan “sel” korkusuna teslim olmuşuzdur?
Sonuç Yerine: Belki de Bizim Giden Yelimizdir
Belki “yel gibi gelen sel gibi gider” diyen bizizdir. Belki biz, bir şeyleri fazla hızlı yargılayarak o insanları göndermekte ustayız. Belki gelen değil, kaçan biziz.
Bu söz, bilge bir öğüt gibi görünür ama çoğu zaman korkunun sesidir. Ve korku, ne yazık ki rüzgârı da seli de susturur.
Şimdi siz söyleyin: Gerçekten mi “yel gibi gelen” gider, yoksa “gitmesine izin veren” biz miyiz?