Simge
Yeni Üye
[color=]Düdüklünün Piştiğini Nasıl Anlarız? — Bir Mutfak Sesinin Kalpten Yankısı[/color]
Selam forumdaşlar,
Bu akşam mutfağımdan yükselen bir sesle birlikte, içimde yıllardır biriken bir hikâye de kaynamaya başladı. Dedim ki, belki siz de o sesi tanırsınız… Hani düdüklü tencerenin içindeki yemeğin pişip pişmediğini anlamaya çalışırken kalbimizle de bir şeylerin olup olmadığını tarttığımız o anı… İşte ondan bahsetmek istiyorum.
Biraz hüzünlü, biraz gülümsetici ama en çok da insana dair bir hikâye bu. Çünkü “düdüklünün piştiğini anlamak” bazen sadece bir mutfak işi değildir; bazen ilişkilerin, sabrın, sevginin ve hayatın kendisinin ölçüsüdür.
---
[color=]Mutfakta Başlayan Fırtına[/color]
O akşam, Elif yine yemek yapıyordu. Her zamanki gibi, Ali salonda televizyonun karşısında, elinde telefon, sessiz bir strateji oyununun ortasındaydı. Elif ise sessizliği sevmiyordu; o, seslerle yaşardı — suyun fokurtusuyla, tencerenin fısıltısıyla, kalbin ritmiyle…
Düdüklüyü ocağa koydu, içine etli nohut… Fakat düdüklü tencere, tıpkı içindeki duygular gibi sabırsızdı. Buhar birikti, ses yükseldi, mutfağın havası değişti. Elif, “Biraz daha beklemeliyim,” dedi kendi kendine. “Henüz yumuşamadı.”
Ali’nin sesi salondan geldi:
— Kapağı açsana artık, yeter pişmiştir.
Elif derin bir nefes aldı.
— Sen nereden biliyorsun? İçine mi baktın?
Ali gülümsedi, gözünü telefondan ayırmadan:
— Mantık, Elif. Zaman hesabı yaptım. Dakikaları saydım. Stratejik düşünürsen anlarsın.
Elif, bir an düşündü. Mantık mı, kalp mi? Zaman mı, his mi?
---
[color=]Bir Kadının Kulak Verdiği Ses[/color]
Elif için pişmek, sadece “dakikaların geçmesi” değildi. O, düdüklünün içindeki küçük patlamaları dinlerdi. Her “tsss” sesi ona bir şey anlatırdı. Tencerede nohutlar yumuşarken, içinde birikmiş özlemleri, kırgınlıkları da pişerdi.
Annesi hep derdi:
— Düdüklünün piştiğini tıslamasından değil, kalbinden anlarsın kızım. Sesi bir süre sonra değişir, yumuşar.
O sesi dinledi Elif. Önce sertti, kararlıydı, tıpkı Ali gibi. Sonra ses değişti, nefesi sakinleşti. Sanki içindekiler “oldum” demeye başlamıştı.
Ali yine seslendi:
— Hadi ama, fazla pişerse dağılır!
Elif bu defa gülümsedi.
— Dağılmak bazen kötü değildir Ali. Yumuşamak, dağılmak demek değildir.
---
[color=]Bir Erkeğin Hesap Defteri[/color]
Ali, düdüklü tencereyi her zaman bir denklem gibi görmüştü. Basınç, süre, sıcaklık… Hepsi hesaplanabilir şeylerdi. Hayatta da öyleydi onun için:
Bir sorun varsa çözümü olmalıydı.
Bir şey bozulduysa tamiri bulunmalıydı.
Bir şey pişmiyorsa ateşi artırmalıydı.
Ama o gece Elif’in sözleri, o düzenli denklemin içine bir duyguyu karıştırdı.
“Yumuşamak, dağılmak değildir…”
Bir an için başını kaldırdı, mutfakta Elif’in düdüklüye dokunurken ki yüz ifadesine baktı. Kadının elinde bir tencere değil, bir kalp vardı sanki.
---
[color=]Basınç Düşerken Sessizlik Konuşur[/color]
Buhar azaldı, tıslama dindi. Elif, tencerenin üzerine bir bez örttü, bekledi. “Henüz zamanı değil,” dedi sessizce. “Acele edersen patlar.”
Ali yaklaşarak sordu:
— Şimdi neyi bekliyorsun?
— Suyun durulmasını. İçindekilerin sakinleşmesini. Hemen açarsan, dağılır.
Ali sustu. Çünkü o anda, bu cümlenin sadece yemekle ilgili olmadığını anlamıştı. Elif’in sabrı, ilişkilerine benziyordu; pişmesine izin veriyor, patlamasın diye kendi içindeki basıncı tutuyordu.
---
[color=]Birlikte Pişmek[/color]
Tencereyi birlikte açtılar. Buhar yavaşça yükselirken, yüzlerine sıcak bir dalga vurdu. Elif gülümsedi:
— İşte şimdi oldu.
Ali kaşığı daldırdı, bir nohut ezdi. Tam kıvamında.
— Gerçekten pişmiş, dedi.
Elif hafifçe başını eğdi:
— Çünkü bekledik.
O akşam yemek masasında sadece nohut değil, uzun süredir içlerinde biriken duygular da paylaşıldı. Ali ilk kez dinledi; Elif ilk kez anlatabildi. Düdüklü tencere o gece sadece yemeği değil, iki kalbi de pişirdi.
---
[color=]Forumdaşlara Bir Söz[/color]
Bazen hayatta da düdüklünün piştiğini anlamak zordur dostlar. Sesler karışır, basınç artar, sabır taşar. Ama bir yerden sonra, tıpkı o sessizlik anında olduğu gibi, bir dinginlik gelir.
O sessizlikte, kim olduğumuzu, karşımızdakini ve aslında ne kadar piştiğimizi anlarız.
Kimi insanlar dakikalara güvenir, kimi kalbin ritmine. Ama en güzel yemekler, ikisini dengeleyenlerindir.
Belki de aşk, sabırla kısık ateşte pişen bir yemektir.
Buharı dağılıp sessizleştiğinde anlarsın:
Artık pişmiştir.
---
[color=]Siz Ne Dersiniz Forumdaşlar?[/color]
Siz düdüklünün piştiğini nasıl anlarsınız?
Dakikayla mı, sesle mi, kalple mi?
Belki de hepimizin kendi düdüklüsü vardır, içinde pişen hikâyelerle...
Yorumlarınızı merak ediyorum; çünkü belki de sizin hikâyeniz, bir başkasının sabrına ilham olur.
Hayatın buharı biraz çekildiğinde, geriye kalan o sıcaklıkta buluşalım.
Selam forumdaşlar,
Bu akşam mutfağımdan yükselen bir sesle birlikte, içimde yıllardır biriken bir hikâye de kaynamaya başladı. Dedim ki, belki siz de o sesi tanırsınız… Hani düdüklü tencerenin içindeki yemeğin pişip pişmediğini anlamaya çalışırken kalbimizle de bir şeylerin olup olmadığını tarttığımız o anı… İşte ondan bahsetmek istiyorum.
Biraz hüzünlü, biraz gülümsetici ama en çok da insana dair bir hikâye bu. Çünkü “düdüklünün piştiğini anlamak” bazen sadece bir mutfak işi değildir; bazen ilişkilerin, sabrın, sevginin ve hayatın kendisinin ölçüsüdür.
---
[color=]Mutfakta Başlayan Fırtına[/color]
O akşam, Elif yine yemek yapıyordu. Her zamanki gibi, Ali salonda televizyonun karşısında, elinde telefon, sessiz bir strateji oyununun ortasındaydı. Elif ise sessizliği sevmiyordu; o, seslerle yaşardı — suyun fokurtusuyla, tencerenin fısıltısıyla, kalbin ritmiyle…
Düdüklüyü ocağa koydu, içine etli nohut… Fakat düdüklü tencere, tıpkı içindeki duygular gibi sabırsızdı. Buhar birikti, ses yükseldi, mutfağın havası değişti. Elif, “Biraz daha beklemeliyim,” dedi kendi kendine. “Henüz yumuşamadı.”
Ali’nin sesi salondan geldi:
— Kapağı açsana artık, yeter pişmiştir.
Elif derin bir nefes aldı.
— Sen nereden biliyorsun? İçine mi baktın?
Ali gülümsedi, gözünü telefondan ayırmadan:
— Mantık, Elif. Zaman hesabı yaptım. Dakikaları saydım. Stratejik düşünürsen anlarsın.
Elif, bir an düşündü. Mantık mı, kalp mi? Zaman mı, his mi?
---
[color=]Bir Kadının Kulak Verdiği Ses[/color]
Elif için pişmek, sadece “dakikaların geçmesi” değildi. O, düdüklünün içindeki küçük patlamaları dinlerdi. Her “tsss” sesi ona bir şey anlatırdı. Tencerede nohutlar yumuşarken, içinde birikmiş özlemleri, kırgınlıkları da pişerdi.
Annesi hep derdi:
— Düdüklünün piştiğini tıslamasından değil, kalbinden anlarsın kızım. Sesi bir süre sonra değişir, yumuşar.
O sesi dinledi Elif. Önce sertti, kararlıydı, tıpkı Ali gibi. Sonra ses değişti, nefesi sakinleşti. Sanki içindekiler “oldum” demeye başlamıştı.
Ali yine seslendi:
— Hadi ama, fazla pişerse dağılır!
Elif bu defa gülümsedi.
— Dağılmak bazen kötü değildir Ali. Yumuşamak, dağılmak demek değildir.
---
[color=]Bir Erkeğin Hesap Defteri[/color]
Ali, düdüklü tencereyi her zaman bir denklem gibi görmüştü. Basınç, süre, sıcaklık… Hepsi hesaplanabilir şeylerdi. Hayatta da öyleydi onun için:
Bir sorun varsa çözümü olmalıydı.
Bir şey bozulduysa tamiri bulunmalıydı.
Bir şey pişmiyorsa ateşi artırmalıydı.
Ama o gece Elif’in sözleri, o düzenli denklemin içine bir duyguyu karıştırdı.
“Yumuşamak, dağılmak değildir…”
Bir an için başını kaldırdı, mutfakta Elif’in düdüklüye dokunurken ki yüz ifadesine baktı. Kadının elinde bir tencere değil, bir kalp vardı sanki.
---
[color=]Basınç Düşerken Sessizlik Konuşur[/color]
Buhar azaldı, tıslama dindi. Elif, tencerenin üzerine bir bez örttü, bekledi. “Henüz zamanı değil,” dedi sessizce. “Acele edersen patlar.”
Ali yaklaşarak sordu:
— Şimdi neyi bekliyorsun?
— Suyun durulmasını. İçindekilerin sakinleşmesini. Hemen açarsan, dağılır.
Ali sustu. Çünkü o anda, bu cümlenin sadece yemekle ilgili olmadığını anlamıştı. Elif’in sabrı, ilişkilerine benziyordu; pişmesine izin veriyor, patlamasın diye kendi içindeki basıncı tutuyordu.
---
[color=]Birlikte Pişmek[/color]
Tencereyi birlikte açtılar. Buhar yavaşça yükselirken, yüzlerine sıcak bir dalga vurdu. Elif gülümsedi:
— İşte şimdi oldu.
Ali kaşığı daldırdı, bir nohut ezdi. Tam kıvamında.
— Gerçekten pişmiş, dedi.
Elif hafifçe başını eğdi:
— Çünkü bekledik.
O akşam yemek masasında sadece nohut değil, uzun süredir içlerinde biriken duygular da paylaşıldı. Ali ilk kez dinledi; Elif ilk kez anlatabildi. Düdüklü tencere o gece sadece yemeği değil, iki kalbi de pişirdi.
---
[color=]Forumdaşlara Bir Söz[/color]
Bazen hayatta da düdüklünün piştiğini anlamak zordur dostlar. Sesler karışır, basınç artar, sabır taşar. Ama bir yerden sonra, tıpkı o sessizlik anında olduğu gibi, bir dinginlik gelir.
O sessizlikte, kim olduğumuzu, karşımızdakini ve aslında ne kadar piştiğimizi anlarız.
Kimi insanlar dakikalara güvenir, kimi kalbin ritmine. Ama en güzel yemekler, ikisini dengeleyenlerindir.
Belki de aşk, sabırla kısık ateşte pişen bir yemektir.
Buharı dağılıp sessizleştiğinde anlarsın:
Artık pişmiştir.
---
[color=]Siz Ne Dersiniz Forumdaşlar?[/color]
Siz düdüklünün piştiğini nasıl anlarsınız?
Dakikayla mı, sesle mi, kalple mi?
Belki de hepimizin kendi düdüklüsü vardır, içinde pişen hikâyelerle...
Yorumlarınızı merak ediyorum; çünkü belki de sizin hikâyeniz, bir başkasının sabrına ilham olur.
Hayatın buharı biraz çekildiğinde, geriye kalan o sıcaklıkta buluşalım.